Yazılar

İkiye bölünmüş ekrandaki görüntüler

Bu yıl Cannes Festivali’nde gösterilen filmlerden
(konusu yaşlılık üzerine, bir Gaspar Noe yapıtı)
hakkında çok yazılan birinin
ekranı ikiye bölerek, iki alanda farklı görüntüler olması
diye bilinen bir tekniği kullandığını okudum.

Gaspar Noe, bu tekniği yalnızlığı,
çok az kesişen hayatları vurgulamak için,
özel bir anlatım yolu olarak kullanmış.

Peki, bize neyi anlatmak istiyor?..

Mühim Duygular
İlk Cümleler

Bir romanın ilk cümlesinin önemi çok yazılmış, konuşulmuştur.
Belki de en bilineni deha Tolstoy’un ‘Anna Karanina’nın girişidir:
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.”

Dostoyevski’nin ‘Ecinniler’in başına koyduğu Puşkin’den alıntı, bugünü de açıklar derinliktedir:
“İster öldür, görünmüyor bir iz,
Yolu şaşırdık, ne yapacağız biz?”…

“Şeylerin
Sihiri”

Birkaç gündür, uzandığım yerde Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” üzerine yazıp, düzenleyip, yayımladığı “Şeylerin Masumiyeti” adlı fotoğraflı kitabını -rastgele- karıştırıyorum.

Sanıyorum onun bütün romanlarını okudum.

Masumiyet Müzesi” severek, etkilenerek, kendime çok yakın bularak okuduğum bir romandı. Birkaç romanında da bunu hissetmiştim…

Hain ve Kahraman

Ertuğrul Özkök bu sabah bana gönderdiği bir yazısının sonunda şöyle demiş:

“Hep yazıyorum ya…Dünyanın en hain kelimesi “Hain’dir” diye…
“Darbeci”, “Hain”, ağızdan, gırtlaktan, kalemden, klavyeden, çok kolay çıkan bir kelimelerdir ama…
Kimin hain olduğuna, kimin darbeci kimin mazlum olduğuna, o gün başkaları için o lafı kullananlar değil…
Tarih karar veriyor…”

Kuşkusuz öyle…

Siz kimsiniz

Yastığa başınızı huzurla
koyabiliyor musunuz?

Hiçbir insan gibi insan Ukrayna’da yaşananları görünce keyiften tef çalamaz.

Olsa olsa utanır, içi yanar. İnsanın insana yapabildiğinden korkar.

Ama düşünmeli de…

Antonioni’nin
Sırtını Beğendiği
Kadın

İtalya, Sophia Loren’den Monica Belluci’ye, sinema dünyasına çok
sayıda ‘güzel kadın’ armağan etti. Ama Modern İtalyan kadınının ikonu,
kuşkusuz Monica Vitti’ydi.

Gençliğimden bu yana, onun gelmiş geçmiş tüm kadın cinsi arasında en
seksi olanlardan biri olduğunu düşünmüşümdür. Hâlâ aynı kanıdayım…

“Yaprak Dökümü”nden,
“Parçalanma”ya…

İki televizyon dizisi üzerine bazı düşünceler yazmak istiyorum. Bunun için biraz geriye gitmem, kimi alıntılar yapmam gerekli…

Körler
Sağırlar
Birbirini Ağırlar

Dün gece bir kanalda Antalya Altın Portakal Ödül Töreni’ni izledim.
Ve şaşırmadım.

İlk okul müsamereleriyle yetişmiş nesillerin böylesi bir şey
düzenlemekteki olağanüstü beceriksizliğini (kimler niçin seçildi, ne
paralar aldı, merak ediyorum) aşamaması hangi uzmanlık için bir
inceleme konusudur, bilemiyorum…

Bütün şapkaların
yakıştığı adam

Haydi, sıran geldi Belmondo!
Buraya kadarmış. Herkes seni cambaz sanırken,
sen müthiş bir Bergerac bıraktın ardında.

O felçli halinle Cannes’ın kırmızı halılı merdivenlerini
iplemediğin bastonunla bir hamlede çıktın…

Arsızlık
ve kötü bir insanlık hâli oluşu
üzerine bir potpuri

“Nimrod Çıldırışları”nda, kitabın son hikâyesi olan “İkinci Fırsat”ı
okurken, bir kurye geldi. Getirdiği paket, çok uzun bir süredir kalça kırığı
sorunuyla uğraştığımız Emel içindi. Bir tür “geçmiş olsun” dileği olarak,
sağlık sigortası şirketi göndermişti.

İçinden, küçük bir kolonya şişesi, birkaç maske, vs ile birlikte, bir iyi dilekler
kartı çıktı. Ön yüzünde, “İkinci Hayat” yazılıydı…

“Artık kahramanlar
eskisi gibi değil” *

Geçen yıl dışarıda gösterilen en iyi film (2019 yapımı), kimi
eleştirmenlere göre, onca ödülle tescilli de olarak, Romanya’da yaşanmış
büyük bir sağlık olayı alçaklığı üzerine bir belgeseldi.

Adı, “Colectiv”.

Bu hafta bizde de gösterime girdi o Romen filmi.
Niyetim, filmin sinema değeri, yönetmeni, çok konuşulan Romanya
Sineması üzerine bir şeyler yazmak değil…

“Bir kovanın ucundan lafla tutmak”

“Godfather” (Baba), filminin ikincisindeki ‘Havana’da 1959 Yılbaşı Gecesi’ bölümünü hatırlayanlarımız elbette vardır.

”Baba Üçlemesi”nin, Hollywood’a ait ve Amerikalı bir yönetmenin eseri olmasına rağmen, çok büyük bir  kapitalizm taşlaması olduğu ve içinde çok derin mesajlar ve alt metinler barındırdığı da öne sürülür… Bir kısmı tam da bu bölümle ilgilidir…

“Sevil de sevme
Ağlama ağlat
Yoksa
zehrolur
şu tatlı hayat”

Bazı Yeni Normalci Liberallerin
kendilerine yeni bir yaşam biçimi
arayış ve diskurları

Ali Boratav’ı sadece bir kez gördüm.
Sanıyorum 15 yıl önce, Göcek’te kısa bir bar sohbetiydi.
Ama uzaktan onu (elbette büyük kültür insanı amcasını,
efsane hekim babasını) biliyor,
yazdıklarını, deniz tutkusunu izliyordum.
Sonunda müthiş bir rehber kitap yaptı denizciler için…

Oğuz Atay’ın Günlüğü ve
Fatma Gül’ün Suçu Ne

* Yayınladıkları bir yazı üzerine, önceden haberdar edilerek yazılmış bu yazı T24 İnternet Gazetesi yayın yönetimince uygun görülmemiştir.

“İşin Aslı”

Bu aralar örneklerinin hâlâ var olduğuna inanmaya çok gereksinim duyduğum bir ‘insan türü’ var. 

Rastlantıyla izlediğim bir programda, onlardan biri olduğunu hissettim Dr. Şengül Hablemitoğlu’nun.

Tertemiz bir sohbetti…

Çalışan Kadınlar Günü ve
Tomris Uyar

Bu sabah Tomris Uyar’ın günlüklerine tekrar bakmak isteğiyle uyandım. “Hayır’sız özgürleşme olur mu!” sözü çakılıdır belleğimde.

Bütün hayatınca yürekli ve konformizmle uyumsuz (çoğunlukla -çaresiz- erkekler arasında) yaşadığı için, özgür yaşama bahsinde hoş tatlı-su lafları beklenmezdi elbette ondan…

“Her şey değişmeli.
Böylece hiçbir şey
değişmeyecek.”

Giuseppe Tomasi di Lampedusa/
“Leopar”

Başkan Biden’ın Beyaz Saray’a götürdüğü iki Alman köpeğinden biriyle,
2 yıl önce bir barınaktan alınmış Major’le çekilmiş fotoğrafını
gördüğümde ‘hazırlığın’ bir bütünlük içinde çok ince ayrıntılarla
düşünüldüğünü derinden hissettim…

Bir kadeh rakı
ve özgürlük

Cahit Kayra 104 yaşında bugün.
Öğrendim ki, (ciğerleri) hastaymış.
Şifa diliyorum bütün kalbimle.
İşitince, birkaç satır yazmadan edemedim.

Hepimiz
kar tanesiyiz
karın
altında

Sabah uyandığımda gece yola çıkmış
iki mesaj vardı telefonumda.
Biri Ozan’dan. Diğeri Muhsin’in yeni yazısı.
İkisi de çocuklukla ilgili…

Zulaya
gizlenmiş
hayatlar

Aslında bu yazıya başlık olarak, önce “Neredesiniz? Neyin peşindeyiz?
II” geçmişti aklımdan.

O başlıklı birinci yazıyı 2020 Mart’ında, Covid-19’la hayatımıza ilk
kısıtlamalar/ürkütmeler başladığında yazmıştım. Üzerinden henüz bir
yıl bile geçmemiş, sitemde kayıtlı.

Neyi bekliyoruz?” diye bitiyordu o yazı.
Çok geçmedi. Kimlerin neyi beklediğini, bana kalırsa biraz da, bizi neyin
beklediğini anladık…

“Yaşamak da bir eylemdi”

İnsanın geçmişinden kaçabilmesi için, kendinden kaçabilmesi gerekiyor. Bunu da bilinçsizce gerçekleştirebilirse sürdürebilir.

Kişiliğini bulamayan insan, daha büyük saydığı bir kavram içinde ezilmekle, sanki onun kişiliğini ediniyor, öyle hissediyor. Bir şey adına hareket ediyor…

“Mahcubiyet ve Haysiyet”

2 Ocak 2021, Etiler.
Kapı baca açık güneşleniyoruz.

Haziran başından itibaren 4 ay için
Finlandiya Arşipelinde serin ve sessiz
bir yazlık aramayı geçiriyorum aklımdan.
Veya Norveç’te.

Elimde, Norveçli bir yazarın, Dag Solstad’ın
Türkçe’ye “Mahcubiyet ve Haysiyet” adıyla
Banu Gürsaler Syvertsen tarafından çevrilmiş
bir romanı var…

“Ben, kendim ve çevremin toplamıyım”

Demişti José Ortega y Gasset.

Bu sabah Zülfü (Livaneli) bu sözü hatırlatınca,
(onun “Kardeşin duymaz, eloğlu duyar’ şarkısını
içimde çok sık hissettiğim bugünlerde)
kısa bir yazı yazmak geldi içimden…

Covid-19’dan
benim
öğrendiklerim

(Bu yazı, yıllardır yaz-kış demeden, dur-otur bilmeden, sırf bize
sağlık ve mutluluk dağıtmak için 5’lik, 10’luk, vb desteler halinde
şunu yap bunu yapma listeleri hazırlamaktan bitap düşen sayın
Osman Müftüoğlu ve benzerleri şürekasına bir minnet ve şükran
borcu olarak yazılmıştır.)

“Son Bölüm”

Knut Hamsun’u Behçet Necatigil’in Türkçesiyle
1980’li yılların başında okumuştum-
bazı kitaplarını Marmara Adası’nda.
Bir dönemdeki siyasi tutumunu
edebi kişiliğinden ve eserlerinden ayrı tutarak,
büyük bir romancı olduğunu düşünüyorum…

“Muvman”

Geçen gün,
bir psikanaliz sitesinde yayımlanmış,
üç düşünürden ‘salgınlar’ üzerine
üç yazı göndermiştim…

Bir semt adı
olmayarak
Kurtuluş

Göz ucuyla Euronews’a, haberlere bakıyorum uzandığım yerde.

Fransa’da, Şili’de, Polonya’da sokaklar.
Alev alev arabalar. Polis şiddeti.
Sürüklenen, üzerine çökülen protestocu insanlar.
Kan-revan.

Sokaklardan vazgeçmeyiz

Bu sabah, sokaklarda
rastgele…

Haneke
olan-biteni
anlatıyor

Bu başlık bir şaka.

Ama ‘keşke’ yapsa, nasıl bir şey olurdu, diye doğrusu çok merak ediyorum.

Çünkü çok kişinin onun filmlerini izlemeye tahammül edemediğini biliyorum.

Bunun üzerinde epey düşündüğüm de oldu; ve benim en beğendiğim,
filmlerini izlerken ‘hakikat’a değdiğim hissine kapıldığım günümüz
yönetmenleri arasında en başta gelen belki de o…

Büyükada Notları II

Adanın
Cankurtaranı

Bugün dünkü gibi uyandı Ada, diyebilir miyim? ” diye yazmış Enis Batur.
(“Ada Defterleri”, Kırmızı Yayınları, 2008, sayfa 21)

Gerçekten tam da öyledir.

‘Ada hayatı’ diye bir şey var.

Tabi yaz-kış ömürleri orada geçen insanların (çoğu bir kabir olarak da
orada kalıyor), kedilerin, köpeklerin, kuşların, balıkların, ağaçların,
bitkilerin, hatta yapıların ve de denizin, rüzgârın yaşamını
kastediyorum…

İmrendiğim
Gazete

Bir vakitler, hiç değilse belli bir bilgi, bilinç düzeyindeki çevrelerde,
fiyakalı konuşmak/yazmak için edilmiş kimi sözler “lacivert lâf” diye
sarakaya alınırdı.

Doğrusu bu, başta kendini olmak üzere etrafını kandırmaca hafifliğine
kalkışmanın mahcubiyet vermesi gereken bir tutum olduğunu idrak
edebilenlerde, süslü ya da büyük lakırdı etmiş olmak için
ağızdan/kalemden çıkan o kelama bir zaptı rap da getirirdi.
Şimdi atış serbest artık…

O yarı-karanlıkta
bekleyen
ne?

Dünya ansızın küçülüverdi.
Tam da, gittikçe
daha çok,
daha çok,
çat orada,
çat burada yaşamayı kanıksamışken...

Büyükada Notları I

Hangi
Yaşlılık?

Doğduğunuz evde ölme ihtimaliniz bakımından
diplerde sürünen bir ülkede,
yaşlı insanları
doğup büyüdükleri yerde, hem de
uzun bir ömrü birlikte geçirdikleri kişilerle
görünce
kendimi iyi hissederim ben…

“Çiçek gibi solar, rüya gibi gelip geçer
ve dağılır insan”


Birer Hatıradır
Yemek Tarifleri

Yemek yapmanın (aslında severim)
hiç içimden gelmediği şu günlerde,
(oysa bir ‘eğlence’ gibi ne kadar ‘revaçta’,
evlere sıkışıp kalmış insanlar arasında!)
içlerinde bol yemek tarifleri de olan
birbirinden farklı ‘hayatlarla’ ilgili
üç kitap var elimin altında.
Dönüp dönüp o hayatları düşünüyorum…

Homo Sapiens
konuşarak
Homo Faber
oyunu oynamak

“Home Sapiens” kavramı,
(düşündüğünün üstüne düşünen insan,
kısaca ‘bilge insan’ deyip geçelim)
kendi düşündüklerinden daha çok,
aynı adlı kitabın yazarının
(gördüğü büyük benimsenmeye bakarsak)
-o ‘düşünme’ işi sanki ‘vekâleten’ ona bırakılmış
izlenimi veren revaçtaki düşüncelerini,
kendine ‘dünden-yarına yol haritası’ gibi
görmeyi seçenler için
bir ‘pandemi’ belası bir anda berbat etti ortalığı…

“Şu dünyada insan gibi yaşamak da yoksa...” *

Şüphesiz büyük teknolojik ilerlemelerle
ama bir o kadar da üfürmelerle girilen bir yüzyılda,
bütün bir insanlık olarak ‘yaşatıldığımız’
bu ‘görülmemiş rezilliği’ kabul edemeyip
(nihilizm berbattır çünkü)
bu dönemde beni zorlayan soru şu:

Bana bunu yaşatan kim?..

Kendimle
Konuşmalar XIV*

23 Eylül 2008

İlk kez dün akşam doğru dürüst bakabildim gazetelere. Anlaşılan beklenen oldu, peş peşe batıyor bankalar Amerika’da.

Daha birkaç hafta öncesine kadar devlete saldırıp, “Elini ayağını çeksin ekonomiden!” diyerek  propaganda yapan  piyasacılar, şimdi o devletin bir an önce onları ‘kurtarmasını’ bekliyorlar. Gazetelere yansıyan vaziyet özetle bu.

Oysa düne kadar, birer ‘Tanrı’ görüyordu onların her biri aynaya baktıklarında. Çok muhtemelen de  –için için- hâlâ öyledir…

Peki, şimdi
“Veli Göçer”
kim?

“Eski olmasına rağmen hâlâ eskitilememiş
Hipocrates’çı geleneğe göre”

Yemin’ini unutmayan, hakkını asla ödeyemeyeceğimiz
sahadaki -tanım ötesi- sağlık kadromuzdan bir cânım insan,
‘hekim’ Yavuz Kalaycı da bizim için canından oldu.
“Kızlarım küçük, bakarsınız değil mi?”
son sözlerinin kapkaranlığını bize bırakıp gitmiş.

Bakalım, bu meşum hastalıktan kaybettiği babanın
bir çukura vedasız-törensiz gömülmesi gadrine uğramış
bu toplum, önümüzdeki yaz güneşine kadar olsun,
taşıyabilecek mi, o son domdom kurşunu gibi
paralayıcı sözü vicdanında…

“Fitness Tıbbı”
Tüketicinin Bedeni

Söylemlerde, ekranlarda, gazete sayfalarında
o “klişe” dönüyor:
“Covid-19’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…”
Ama… “Eskisi gibi olmayacak da nasıl olacak?”
Klişe başlığının altını dolduranların sayısı pek az.

Bu yerden göğe doğru ‘teşhis’,
pek çok konuda tecrübeli dostum
Güneri Civaoğlu’na ait…

Her şeyi
“İnsan”dan
Beklemek

“Bütün canlılar anlatabildiklerinden daha fazlasını bilir”
cümlesini okuduğumda çok gençtim.
O andan itibaren, doğaya her baktığımda o söz aklımdaydı.

Yaklaşık kırk yıldır, yetiştirdiğim bütün bitkilere,
çiçeklere, ağaçlara hep öyle baktım.
Kedilerimizi, köpeklerimizi hep o gözle izledim, sevdim,
onların davranışlarından neyi anlatma ihtiyacında
olduklarını anlamaya, onlarla anlaşmaya çalıştım…

Teslim Olmayan Bir Toprak

“Tarih, çevremizi saran ve bizi işgal eden bugünün sorunları
-hatta kaygı ve sıkıntıları- adına
geçmiş zamanların
sürekli sorgulanmasından başka bir şey değildir.”


Bu sözleri, Fernard Braudel’in 1977’de ilk basımı yapılmış
ve Necati Erkurt tarafından Fransızca’dan Türkçe’ye,
“AKDENİZ Mekân ve Tarih “ adıyla çevrilen eserinin
önsözünden alıntıladım…

“Forget Domani”

Galiba, tarih boyunca, bir ‘tür insan’, ‘insan’ olmaktan hep garip bir rahatsızlık duymuş.

Biraz kurcaladım. O dünyanın çok uzağında biri olarak okuyup görebildiğim o ki, ‘Siborg’ (cybernetic organism), bir ‘terim’ olarak, ilk kez 1960’da kullanılmış.

Manfred Clynis ve Nathan S. Kline’nın, Amerikalı iki bilim insanının, “uzayda kendi kendini düzenleyen ‘insan-makine’ sistemlerinin avantajlarını” anlattıkları bir makalede…

Neredesiniz?
Neyin peşindeyiz?

İnsanların birbirine sarılamadığı, kimsenin elini tutamadığı bir dünya mıydı istediğimiz?
Bu muydu birilerinin ‘küreselleşme’ ile vaat ettiği?
En zeki insanları, bunun için mi
‘o yolla tarihin biteceğine,
insanlığın hudutlar, devletler olmadan yaşayacağına’
inandırdı,
gece-gündüz çalıştırdı birileri?..

Frontex
ve yatacak yeri
olmamak

Avrupa’ya adını veren Fenikeli bir göçmendi-
Daha doğrusu Sayda kökenli dünyalar güzeli bir kral kızı.
Arkadaşlarıyla deniz kıyısında oynarken
Yunan Baştanrısı ona gönlünü kaptırır ve
onu baştan çıkarabilmek için
kar beyazı renkte şirin bir boğa görünümüne bürünür.
“Aşık ve mutlu biri olarak, gönlünü kaptırdığı kızın ellerini yalar
Baştan çıkarabilmek için

diye yazıyor şair Ovidus, Başkalaşımlar’da.
Sonra da, Zeus’un/Jupiter’in Europa’yı nasıl sırtına alıp
denizin içine doğru yürüdüğünü anlatıyor…

Sadık
Adam

Daha dün, hem de siyasette kendine rakip ve
dört çocuğunun annesi yıllanmış bir metres de varken,
bir Devlet Başkanı (Francois Hollande),
bir başka –medyatik- genç sevgilinin evini
motosikletiyle terk ederken görüldüğünde,
kamuoyunun,
“Onun cinsel maceraları kamusal göreviyle
hiçbir ilişkisi olmayan birer özel meseledir”

kanaatinde tartışmasız (% 79) birleşmiş bir ülke için,
“Sadık Adam” doğrusu ilginç bir filmdi…

Her sürgünün
beyni
yenmez

Bazı soğuk kış gecelerinde Bodrum’un ıssız sokaklarında yürürken, ‘sürgün aristokrat’ Cevat Şakir’i orada, o kış gecelerinde, yerli bir hanımla evliliğinden olma çoluk çocuğuyla bir sobanın etrafında düşlemeye çalışır, ne kadar güçlü biri olduğunu düşünürdüm. Geceleri bir soluk almak için evin bahçesine çıkar, yıldızlara bakar, narenciye çiçeklerini koklarmış…

Tutunacak
birini
bulamamak

“Cennet insanların birbirini dinlemesidir.” Bu cümle Oğuz Atay’a aittir. Kitapta (“Tutunamayanlar”) bir ‘tür’ olarak (“disconnectus erectus”) detaylı, hazin ve ‘kinayeli’ bir tarif de olduğu halde, eserin yüz binlerce kişi tarafından satın alındığı bir ülkede “durup ince şeyleri anlamaya vakti olmadığı için kimselerin”, ‘tutunamamak’, yazarın o kelimeye yüklediği ‘mana’ ile ilgisiz denilebilecek kadar başka bir kapsamda anlaşılıyor, öyle kullanılıyor…

“Nasıl anlatsam
Nerden başlasam”

Halikarnas Mozolesi’nin tam dibinde, bizim ev gibi, kısmen onun yıkıntılarından düşlemekte güçlü çektiğim bir sabırla taşınmış taşlarla yapılmış bir ev.   Bodrum mimarisini iyi ki derleyip o canım evleri kitaplaştırmış Sermin Başak ve Cengiz Bektaş’ın, “Bodrum Halk Yapı Sanatına Bir Örnek”te belirlediği belli-başlı üç tarzdan, ‘Musandıralı Ev’e  bir örnek…

Okluk Koyu
kimin?

“Turgut’un Yeri” dededen kalma. Değirmen Bükü’nde yapımı birkaç yıldır -alttan alttan- süren “Cumhurbaşkanlığı Yazlık Sarayı”na komşu. On-bir dönüm büyüklüğündeki toprağı tapulu, tahta iskemleli, deniz kabuklu masalı restoranı 1986’dan beri (Özal’ın buraya merak sardığı dönem) ruhsatlı, tekne bağlanabilen, su- elektrik alınan tahta iskelesi için de her yıl işgaliye alıyor devlet…

Ayna ayna
söyle bana
benden daha suçlu
kim var

Birkaç gün önce birileri bir kamyon dolusu ytong getirip, Büyükada rıhtımında, bizim evle yolcu motorların bağlandığı kıyı arasında bir yere yığdı. İki üç gün boyunca iki usta elde mala çimentoyla onları birleştirip tasarlanmasının çok da yaratıcılık gerektirmediğini düşündüğüm bir tür grid inşa etti, sonra onu beyaza boyadı, içine getirip çeşitli renklerde mıcır döktü. Ve gitti…

Giden
Bon Vivant

Severdim. Sağcı’dan çok bir ‘Merkez Cumhuriyetçi’ydi. De Gaulle’den sonra, kendinden belki daha kültürlü Mitterand’la birlikte en kayda değer Başkan o oldu. Theatcher’e ilk kafa atan adam. Tam bir Fransız yaşam gustosu timsali. Halka riyakâr olmayan sıcaklığı, yakınlığı. Aralarına girdiğinde herkesle öpüşmesi. Giyimi kuşamı, janti beden dili…

50 Yıllık Yolculuk
Bir Takım Adalar...

“Denize bakmadan yazdıkça,/
kaleminin ucunun titrediğini duyuyor/
deniz fenerlerinin yakıldığı andır bu.”


Yannis Ritsos

Bir afişini koyacağım film 80’lerin başında Paris’te gördüğüm ilk Angelopoulos filmiydi…

Evrim
Posteri 2090

Aşağıdaki ‘birinci fotoğrafla’ aynı yılda (1947) doğan biri olarak, birinciden 70 yıl sonra çekilmiş ‘ikinci fotoğrafla’ aynı yılda (2019) doğmuş birinin, bundan 70 yıl sonra ( yani 2090’da) eğer hayat hâlâ sürüyor olacaksa o ‘ikinci fotoğraf’ için ‘ne hissedeceğini çok merak ediyorum…

“Fukara Tatlısı”

Herman Merville’in “Fukara Tatlısı” adlı hikâyesinde şöyle bir bölüm var: “İnsanların insanlık hakkında ileri sürdüğü saçma sapan fikirler arasında hiçbiri, iyi evlerde oturanların, iyi ısınanların ve iyi beslenenlerin, fakirlerin hakkındaki varsayımları kadar ileri gitmez.” Düşündürücü, bir bakıma da mahcup edici bir tespit bu…

İnsanlığın
gündemi
Ne?

Son dönemde, yabancı televizyonlarda Avrupa Parlementosu’yla ilgili yeni yöneticinin seçimi konulu tartışmaları neredeyse kaçırmadan izledim. Hafta sonunda da birçok ülkede seçimler yapıldı. Toplumların güncel eğilimleriyle ilgili önemli sonuçlar çıktı. Merkez sağ ve sol partilerde son Fransız genel seçimlerinde barizleşen onlardan ‘ümit kesiliş’ ya da ‘bitmişlik’, bu kez başka ülkelerde de görüldü. ‘Gençlerin eğilimi’ ve bir ‘yeşil ümit’ belirginleşti, vs…

“Yeryüzülü insan”

Son 30-40 yıldır sık sık başvurulan ve artık ‘politik bir duruş’ ifadesine dönüşen “dünyalı” * ile çok farklı bir kavram bu. Metin Münir bir yazısında, (“Dünya değişik bir insan ve felsefe istiyor”) bizde hemen hemen hiç takip edeni olmayan, ama Batı’da hem Amerika’da hem de -başta Fransa ve İskandinavya olmak üzere- Avrupa’da, neoliberal yıkımlara ve onu kavramsal olarak sinsice sürdürme gayretlerine karşı, gittikçe genişleyen, ‘mainstream’ karakterli sistemi ‘düzeltme/yenileme’ önermelerinin tamamen dışındaki bir ‘düşünme yoğunlaşmasına’ işaret etmiş…

Yine
Yeni Bir Yeni

Epey bir uzak durma sonrasında, son birkaç günde yaptığım ‘iş hayatıyla’ ilgili diyebileceğim, yarı sohbet-yarı formel görüşmelerden, katıldığım birkaç sanat etkinliğinde işittiklerimden sonra, gene, ‘yeni bir yeni’ arayışının, 21. yüzyılın başında onunla ilgili bir takım ‘büyük beklentilerin’, harareti yüksek bir fırındaki bir kek gibi gözle görülebilir bir hızla (hırsla) kabardığını fark ettim…

Öteki canlılarla
birlikte
“insan” olmak

Teknolojiyi bir araç değil bir amaç gibi görme/gösterme çok ‘sistemli’ bir çabaya dönüştü. Arkasında büyük güçler var bunun. Teknolojik gelişmeye, bilime karşı olacak kadar budala değilim. Toplumun insan onuruna yakışmayan bazı işleri ‘sınıfsal bir çaresizlikle geçim uğruna yapmak zorundaki’ birilerine yüklemekte oluşunu ‘insanlık ayıbı’ sayan biri olarak buna son verebilecek her ‘teknolojik buluşun’ başımın üzerinde yeri var…

Memleketten
azim ve sebat
manzaraları

Haftasonu, yazdığı bir kitap dolayısıyla yapılan bir röportajda Bülent Eczacıbaşı, “Zeki insandan bol bir şey yok dünyada, çalışkanlık diyorsanız herkes çalışıyor, ayıran şey azimdir insanları” demiş. Doğru tabi, eğer ha bire hedef ve fikir değiştirenlere uyarmaksa niyeti. Ama bu beyin ‘azim’i bilmem ama ‘sebat’tan söz etmeyi pek hak ettiğini düşünmüyorum…

Bozburun’da
Mutluluk

Sabahın serinliğinde deniz kenarındaki ince yolda ağaçların gölgesinden geçerek yürüyorum.  En küçüklerinden hızar gibi ses çıkaran bir motosiklete zor bela tünemiş şişko bir adam geliyor karşıdan…

Başka topraklarda
yazılmış
Memleket Notları

Ülkemizi berbat ettik. Kiminin doğanın bahşettiği emsalsiz güzelliğini, Tarihten miras olağanüstü zenginliğini bir yana bırakırsak muhtemelen dünyanın en çirkin, plânsız, kişiliksiz şehirleri bizimkiler…

Oscar Salonu’na
sığmayan
Marlon Brando

Bu yılki (2018) Oscar Töreni’nin tekrarını izlerken, salondaki atmosfere, yapılan konuşmalara bakıp, bu “manzara-ı umumiye’ ile dünyanın o ülke dışında her yerinde yapılmış filmlerin alayının (hem de bugün o sanat dalını ileriye taşıyan filmler aşikâr onlarken) ‘Yabancı Dildeki’ Filmler” ‘tanımıyla’ baştan sakat, ‘tek bir kategoriye sokuşturan zihniyet’ ne kadar birbirinin devamı, diye düşündüm…

Osman Hamdi Bey’in Tek Gülü

Bunca yıl, hem de yılda kaç kez geçtik o sapaktan, her seferinde kenardaki bir tabelaya “aklımda!” diye bakarak. Kısmet bu güneymiş. Soğuk moğuk dinlemeyip gittim bu sabah. Yatağan’dan 20 km içeride Turgut. Eski adıyla Leyne yani…

Yeni bir yıl
için
ille de
bir dilek

Durum bu kadar aşikârken, laf ötesine geçebilecek bir yeni yıl dileği kolay değil. Ama yine de bir şeyler ummaya ihtiyacımız var. Sağlık, dertlerin ‘evlerden uzak olmasını’, hiç değilse artmamasını beklemek, daha fazla huzur, ferahlık, saygı, adap, edep istemek, yüzümüzü güldüren daha çok şey yaşayabilmek, etrafta güncel heveslere kapılmamış davranışların, basmakalıp olmayan düşüncelerin arttığını görmek…

Hangi “İltica”?
Ne “Mültecisi”!

Avrupa er geç, artık bir "Hıristiyan Kıtası" olmadığını kabul edecek.   Bu, önce o kıtayı, onun görkemli şehirlerini elleriyle imar etmiş kölelerin şimdi istenmeyen “torunlarının”, kanını emip, aç ve susuz bıraktıkları bir kıtada o yapılanlar yetmezmiş gibi şimdi de tepelerine inen hain bombalardan canını kurtarmak için kaçan “mültecilerin” ve oraya ‘davullu zurnalı davetiyeyle’ çağırılıp, ekmek parası için büyük harbin yıkımını temizlemiş bizim insanlarımızın eseri olacak…

7. Gece

Sanırım aklından hiç silinmeyen bazı resimler vardı baba.

Karlı Balkanlar. Onun ormanları, yürüyüşlerin. O yürüyüşlerde küçük çakınla kabuğunu soyup yediğin yabani meyveler (o çakıyı yıllar önce bana verdin). Orda, yıldızlar altında gecelemeler. Kızlı-oğlanlı söylenen şarkılar. Tuna’nın seni büyüleyişi… Geride ablalarının, bana anlattıklarından Nuri Bilge Ceylan’ın kır evlerini düşleten yemyeşil evlerinde bıraktığın yazlar, alçakgönüllü hayat…

Bozulmamış bir insandı babam

Yerçekimi dışında hiçbir şey omurgasını eğemedi.

İmparatorluklar döneminin çöküşü, o çağ yangını, onun hem hayat çizgisinin hem karakterinin belirleyicisi olmuştu. Daha 20’li yaşların başındaydı, ana vatanında ’bir başına’ydı, güçlü olmak zorundaydı ve çoktan bir ‘birey’di…

“Tender is the Night”
ve
“Yaralı İnsanlar”

Ertuğrul Özkök’ün son döneminde köşesinde yazdığı, çok kişinin “Bu adam bunları niçin yapıyor?” dediği yazılarına uzun zamandan beri elimde olmayan sessiz bir gülümsemeyle bakıyorum.

Sonra da, suskunluğu seçip, yanımdakilere tek bir sözcük bile etmeden sayfayı çeviriyorum.

Aslında siz de bilirsiniz ki tersini yapar insanlar. Gazete okurken, arada bir şeyler de söyler karşısındakine, karşılıklı laflanır…

Türk şarabında baş ağrıtan gerçekler

"Üzüm dünyanın sayısız yerinde, istediğiniz kadar yetiştirilebiliyor. Ama iyi şarap, yalnızca 'özel yerlerde' ve 'belirli' miktarda üretilebiliyor. Şarapta gizli 'sihir' işte budur" demiş Alec Waugh, "Şaraba Övgü" adlı kitabın yazarı. Birçok kişiye göre yerküre üzerindeki şarap için "en özel" yer, binlerce yıldır şüphe yok ki Fransa'ydı. Bazılarına göre, başta Fransızlar, hâlâ da öyledir…

Ertuğrul Özkök’e bir “tüketici”den ikinci açık mektup

Ertuğrul Bey, size bu hafta bir mektup daha yazmak zorundayım. Geçen Pazar günü burada yayımlanan ilk açık mektupta size içimi dökerek, bazı gezi izlenimi ve yemek kültürü yazılarının çok derme- çatma oluşundan yakınmıştım. Aynı gün okuduğumuz, okuyucularını dünyadan habersiz sanan, abartılı iddialar ne yazık ki bu görüşü kanıtlar nitelikteydi…

Bir “tüketici”den Sayın Ertuğrul Özkök’e açık mektup

Hürriyet’in Pazar ekinde bir-iki hafta önce ortaya atılan Türk Mutfağı’yla ilgili görüşleri yadırgayanlardan, daha açık söyleyeyim, hamhalat bulanlardan biri de benim. Ama benim o yazılarla ilgili tartışmak istediğim kişi, o satırların yazarı değil. Ona o çok önemli şansı tanıdığınız için, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni olarak, sizsiniz. Bu nedenle size yazıyorum…

Her türlü zarar
itinayla hesaplanır

VATAN - CafePazar
12 Ocak 2003

Hukuk ve
mezar kazıcılar

VATAN - CafePazar
5 Ocak 2003

Turizm ve seks

VATAN - CafePazar
24 Kasım 2002

Kardan kalıcı
bir şeyler yapmak

VATAN - CafePazar
10 Kasım 2002

“Bunların hepsi geçer, maksat harp olmasın”

VATAN - CafePazar
3 Kasım 2002

Politikacılar…
İşini iyi yapan gazeteciye
sakın teşekkür etmeyin

VATAN - CafePazar
27 Ekim 2002

Müzeler…
Onca yoksulluk varken

VATAN - CafePazar
13 Ekim 2002

Reklamlar:
Unutma sevgilim,
akşama doğal gıda getir

VATAN - CafePazar
29 Eylül 2002

Sadakatsiz
bir komplo teorisi

VATAN - CafePazar
22 Eylül 2002

“Rumba Punch”

YENİ YÜZYIL
28 Mart 1998

Juliette Binoche İzmir’de
çocuk bakıcısıyken…

YENİ YÜZYIL
21 Mart 1998

Özlem tersaneleri

YENİ YÜZYIL
9 Şubat 1997

Eski bir reklamcının izinde
La France Profonde
Derin Fransa 3

YENİ YÜZYIL
22 Ağustos 1995

Eski bir reklamcının izinde
La France Profonde
Derin Fransa 2

YENİ YÜZYIL
21 Ağustos 1995

Eski bir reklamcının izinde
La France Profonde
Derin Fransa 1

YENİ YÜZYIL
20 Ağustos 1995

Varlıklı sürgünlerin
çarpık cenneti: Bodrum

YENİ YÜZYIL
13 Mart 1995

Rafine gazete,
rafine reklam

AKTÜEL
15-21 Aralık 1994

İletişim, imaj parlatma değil

SABAH
30 Ocak 1994

İletişim

bulentkorman@gmail.com

Copyright © 2020 Bülent Korman. Tüm hakları saklıdır.